Connect with us

Genel

Aşkla Gelen 5 Sihirli Değişim

Tarih:

on

Aşkla Gelen Değişimler

Kalp çarpıntısından göz parlamasına…

Aşk… Gözlerimizin içini güldüren, enerjimize enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimizde tatlı bir çarpıntıya yol açan duygu… Aşkın ömrünün kaç yıl olduğu ve aşk bir bağımlılık mı? sorusunun yanıtı kişiden kişiye değişiklik gösterse de tartışılmaz olan bir şey var ki, aşık olmak bizi duygusal olarak etkilediği kadar fiziksel olarak da etkiliyor. Yapılan çalışmalar fiziksel bir acısı olan kişilerin sevdiği kişilerin resmine baktığı zaman orta dereceli acılarının yüzde 40, ciddi dereceli acılarının ise yüzde 15 oranında azaldığını ortaya koyuyor! Ancak elbette olumlu etkilerini duyguların karşılıklı olduğu, hem sevip hem sevildiğimiz mutlu bir beraberlikte gösteriyor. Aşk acısının kalbimizi kırdığı hatta bazı durumlarda sağlığımızı olumsuz etkilediği de bir gerçek. Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Uzman Psikolog Gizem Hatipoğlu “Aşık olduğumuzda midemizde kelebekler uçuşuyor, aşık olduğumuz kişiyi görünce kalbimiz daha hızlı çarpıyor, beklenmedik anda onunla karşılaşınca dizlerimizin bağı çözülüyor. Evet aşık olunca kendimizi birçok yönden farklı hissediyoruz. Çünkü bunlar aşkın neden olduğu kimyasal değişimlerden kaynaklanıyor” diyor. Peki ama nasıl ve neden? Uzman Psikolog Gizem Hatipoğlu, aşkla gelen 5 sihirli değişimin nedenini ve nasılını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Neden mutlu oluyorum?

Aşık olduğumuzda beynimizde dopamin denilen mutluluk hormonu salgılanıyor. Dopamin, aşık olduğumuz kişiyle aramızdaki o özel bağı oluşturuyor. Bu nedenle pek çok kişinin yer aldığı bir ortamda bizi heyecanlandıran tek kişi ‘aşık olduğumuz kişi’ oluyor ve kendimizi mutsuz hissettiğimizde onun sesini duymak yüzümüzü güldürüyor. Dopamin uzun süreli ilişkilerde de ilişkinin başlarında olduğu gibi var olmaya devam edebiliyor. Tabi bu işin sırrı kimyada değil, kişinin kendisinde!

Neden sürekli onu düşünüyorum?

Aşık olduğumuz zaman değişikliğe uğrayan bir diğer madde de seratonin. Vücutta yeterli derecede seratonin bulunması duygularımızın, uyku ve iştah düzenimizin, sosyal ve cinsel ilişilerimizin sağlıklı bir şekilde düzenlenmesini sağlıyor. Ancak aşık olduğumuz zaman, tıpkı obsesif- kompülsif bozukluklarda görüldüğü gibi seratonin seviyesinde yaklaşık yüzde 40 civarında düşme görülüyor. Bu nedenle tıpkı bu bozulukta görülen saplantılı düşünceler gibi sürekli aşık olduğumuz kişiyi düşünüyor, onu merak ediyor, yemeden içmeden hatta uykudan kesiliyoruz.

Neden elini tutmak, sarılmak istiyorum?

Psikolojinin birçok alanında sarılmanın sakinleştirici etkisi artık kabul görmüş durumda. Bu, aşk için de geçerli çünkü özellikle sevdiğimiz kişiyle deneyimlediğimiz fiziksel temas ‘oksitoksin’i harekete geçiriyor. Oksitoksin, yalnızca aşk olunca karşımıza çıkan bir kimyasal değil. Yeni doğum yapan annelerde süt üretimini artıran ve bebekle bağ kurmayı sağlayan en önemli etken. Aynı zamanda sarılma ihtiyacına da yol açıyor.

Neden gözlerim parlıyor?

Mutluluk gözlerimizin içinin gülmesine, parıl parıl parlamasına yol açıyor. Yapılan çalışmalar aşık olduğumuz kişiye veya çok sevdiğimiz bir şeye baktığımızda göz bebeklerimizin büyüdüğünü ortaya koyuyor ki bu da bizi daha çekici ve beğenilir kılıyor. Peki neden aşık olunca gözlerimiz parlıyor? sorusunun yanıtını ise Uzman Psikolog Gizem Hatipoğlu şöyle açıklıyor: “Aşık olunca salgılanan noradrenalin hormonu heyecanı artırıyor ve böylelikle heyecan belirtilerinin yanında göz bebeklerinin de büyümesine neden oluyor.”

Neden kalbim çarpıyor?

Aşık olduğumuz kişiyi göreceğimiz zaman yaklaştıkça kalbimiz daha hızlı atmaya başlıyor, tatlı çarpıntılar başlıyor, ellerimiz terliyor ve ‘bana neler oluyor?’ diyoruz. Cevabı; adrenalin! Çünkü aşk, kan ve oksijen dolaşımını hızlandırıyor, avuçlarımızın terlemesine ve başımızın dönmesine yol açıyor.

 

Okumaya Devam Et
Yorum yapmak için tıklayın

CEVAP BIRAKIN

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilinçli hasta

Grip İçin Riskli Gruplar

Tarih:

on

Grip İçin Riskli Gruplar

Yüksek risk sınıflaması Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi tarafından yapılan araştırmalar ile hastalığa yakalanma ihtimali ve komplikasyon ihtimalinin eş zamanlı artış gösterdiği grupların tanımlanması ile hazırlanmıştır. Bu sınıflamaya göre 4 temel grubun  daha dikkatli bir şekilde grip sezonuna girmesini tavsiye etmektedir.

Grip için riskli gruplar; griple veya soğuk algınlığı ile güne başlamak gerçekten hiç hoş bir durum değil. Ani başlangıçlı ateş, boğaz ağrısı üşüme-titreme, ve bedeninize yayılan kas ve eklem ağrıları yüzünden günlük rutininizi aniden bir kenara koyma isteği gribe yakalanan herkes için normal bir durum. Boşuna paçavra hastalığı demiyorlar. Gripten hastalanan çoğu insan tıbbi bakıma veya anti-viral ilaçlara ihtiyaç duymayacak hafif bir hastalığa yakalanmıştırlar, ve iki haftadan daha kısa sürede iyileşirler. Her ne kadar hastaların çoğu iki haftadan daha kısa bir sürede gripten iyileşebilseler de, bazı yüksek riskli kişilerin, hastaneye yatışına yol açabilecek zatürre veya bronşit gibi daha ciddi bir hastalık haline gelmesi de olasılıklar içerisindedir. Ayrıca, astım veya özellikle kalp kapak hastalığı gibi sağlık durumlarınız varsa, grip olmak semptomlarınızı kötüleştirebilir.

Öyle ki bizler için tedavi olmamış bir orta-ileri seviye mitral kapak yetersizliği hastası için gribe yakalanmak hayatını tehdit edebilecek bir hastalık durumunu beraberinde getirir. Kendinizin veya ailenizden birinin böyle bir riskli gruba dahil olup olmadığını merak ediyorsanız, özellikle hangi grup insanlara bakmanız gerektiğini beraber inceleyelim. Yüksek risk sınıflaması Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi tarafından yapılan araştırmalar ile hastalığa yakalanma ihtimali ve komplikasyon ihtimalinin eş zamanlı artış gösterdiği grupların tanımlanması ile hazırlanmıştır. Bu sınıflamaya göre 4 temel grubun daha dikkatli bir şekilde grip sezonuna girmesini tavsiye etmektedir.

Hamile kadınlar

Hamilelik, anneleri bronşit veya zatürre gibi griple ilgili komplikasyonlara daha yatkın hale getiren bağışıklık sistemini içine alan bununla birlikte dolaşım yani kalpte ve solunum yani akciğerlerde önemli değişikliklere neden olur. Bu değişiklikler artan kan hacmi, kalp performansı, solunum yapısı, dokularda ödem, ve doğrudan bağışıklık sistemi zayıflaması olarak sıralanabilir. Gribin en çok korkulan bu kompilasyonları aslında başlı başına ciddi birer hastalık oldukları için bu durumlar hamileleri düşük riski, prematüre doğum, ve düşük doğum ağırlığı gibi risklerle karşı karşıya bırakabilmektedir.

2 Yaş altı çocuklar

Grip, daha büyük çocuklara veya yetişkinlere kıyasla beş yaşın altındaki çocuklarda (ve özellikle 2 yaşın altındaki çocuklarda risk en yüksek olup, hastane yatış oranı ve ölüm riski ise 6 ay altındaki bebeklerde en yüksektir) tehlikeli bir hastalığa dönüşme olasılığı yüksektir. Bu çocuklar henüz daha bağışıklık sistemleri gelişmekte olduğundan, enfeksiyonlarla mücadelede oldukça zayıftırlar. Bu, bir grip vakasının zatürree veya enfsefelopati adını verdiğimiz beyin enfeksiyonu gibi daha ciddi bir komplikasyonlu hastalığa dönüşmesi veya yüksek ateş sebebi ile aşırı su kaybına yol açması ihtimalini artırır.

65 Yaş üzeri erişkinler

Yaşlandıkça, bağışıklık sisteminiz zararlı mikroplardan kurtulmak için daha zorlu bir mücadeleye girer ve bu sebeple daha fazla kronik bir sağlık sorunu geliştirebilirsiniz. Bu, durum tabi diğer taraftan gribe yakalanma olasılığınızı arttırdığı gibi bronşit, zatürre veya viral gribin üzerinde ikincil bakteriyel enfeksiyonlar gibi komplikasyonlar geliştirme ihtimalinizi de arttırmaktadır. Bu nedenle 65 yaş üstü kişilerin grip aşıları için yüksek öncelikli bir grup olduğu düşünülmektedir.

Kronik hastalığı veya bağışıklık sistemi güçsüz olan kişiler

Astım, kalp damar veya kapak hastalığı, kalp yetersizliği, KOAH, diyabet, kan, karaciğer veya böbrek hastalıkları gibi kronik bir sağlık sorununuz varsa, grip kaynaklı komplikasyon geliştirme riskiniz diğer hastalara göre daha yüksektir. Komplikasyonlar zatürre, bronşit, sinüs ve kulak enfeksiyonları gibi şeyleri içerebilir. Özellikle ileri salgın diye tabir edebileceğimiz belirli coğrafi bölgeye yayılmış salgınlarda bu tip komplikasyonlar daha çok bildirilmiştir. Peki bu riskli gruptaki kişiler ne yapmalı?
Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi’nin yayınladığı kılavuzlara göre bu riskli gruptaki herkesin grip aşısı olması gerekiyor. Hatta son yayınlanan bildirisine göre ise 6 ay yaş üzeri herkesin olması lazım. Ancak grip aşısının koruyuculuğu konusunda pek çok spekülasyon elbette yapılıyor fakat gerçeği merak edenlere yine cevabı aynı merkez kendi çalışmalarında veriyor.

Grip aşısı tam olarak korumuyor!

Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi bir çok araştırma yapıyor ve elde ettiği verilerle yapılan aşıların etkisini raporluyor. Bu raporlamada risklerden arındırılmış yani seçilere ayıklanmış verilerle elde edilen sonuca göre 5 yıl öncesine kadar %50 oranında bir koruma sağlıyordu aşılar. Günümüzde bu oranın daha da azaldığını görüyoruz (zaman zaman yüzde %20’lerin altına düştüğü bile rapor ediliyor). Tabi ki, hiçbir aşı mükemmel değildir. Yine de, yüzde 50 korunma sağlayan bir aşıyı yaptırmak bence son derece etkilidir. Bu tabi şahsi yorumum, bugüne kadar grip ile ilişkili bir çok hastanın hayatını kaybetmesine şahitlik eden bir kalp doktoru olarak söylüyorum. Bu sebeple aşı tartışmasında kendinizi daha ciddi hastalıklara karşı korumanıza yardımcı olabileceği için koruma etkisi düşük olduğunu düşünsek de evet diyorum.

Tabi bu genel olarak standart tip grip aşısı ile yapılan çalışmaların sonuçları, ancak ilaç endüstrisi burada yine farklı arayışlara girerek özellikle risk grubundaki kişileri daha çok koruyabileceği hipotezini ortaya koyarak iki farklı daha etkili aşı geliştirdiler. Bunların biri yüksek doz grip aşısı verilen bir doz, daha fazla antikor cevabı oluşturmak adına 4 kat antijen içeriyor. Diğer aşı ise adjuvan yani bana göre destekli aşı. Bunda ise MF59 denilen bir madde var ve daha fazla bağışıklık yanıtı olacağı vurgulanıyor.

Yüksek doza bakıldığında hastalık koruması %24 daha artmış ama tabi ki seçtiğiniz aşı ilave riskleri beraberinde getiriyor. Açıktan söylenen riskler baş ağrısı, kas ağrısı, uygulama bölgesinde hassasiyet artışı, ve günlük yaşantınızdan alıkoyma gibi grip benzeri bulgular olarak adlandırılıp sıralanıyor, ancak bahsedilmeyenleri pek bilmiyoruz!

Grip aşısının tehlikesi varmı?

Grip aşısının tehlikeli olduğuna ve insanlığa aslında büyük zararı olduğuna dair bir çok komplo teorisini özellikle internette sizde okuyorsunuzdur. Gerçek şu ki, grip aşısı teorik ve pratik olarak gribin kendisinden daha güvenli sayılabilir. Bu, grip hastalığının amansız bir hastalık olması veya aşının tamamen güvenli olduğu anlamına elbette gelmez. Tıpta şahsen tamamen güvenli olan hiçbir şey yoktur aslında, olasılık bilimi üzerine karşıt verilerle hasta için hep en doğrusu yapılmaya çalışılır. Bu nedenle söyle özetleyebiliriz, grip aşısından zarar görmek mümkündür, ancak bu oldukça uzak bir ihtimaldir. Ben kendim için her yıl bu “riski” kolayca kabul ediyorum. Ufak bir hatırlatma yapalım, grip aşısı oldum ve hemen hasta oldum acaba aşı ile ilgisi var mı diye soranlara kısa ve net cevap vermek gerekirse grip aşısı gribe neden olmaz. Aşılamadan hemen sonra hastalanırsanız, muhtemelen benzer bir hastalık zaten vücudunuzda kuluçka dönemindeydi, yani aşıdan bağımsız bir durum yaşıyorsunuz demektir.

Grip tehdidini ciddiye alın

1918’deki grip salgını, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’nın toplamından daha fazla ölüme neden olduğunu vurgulayan bir çok makaleye denk gelmişsinizdir. Ancak, gündelik hayatımızda karşılaştığımız grip bile Hastalık Kontrol Merkezi verilerine göre yalnızca ABD’de her yıl yaklaşık 30.000 ölüme neden olmaktadır. Bu rakamları korkutmak ve panik oluşturmak için vermiyorum. Grip tehdidini ciddiye almanız ve önüne geçmeniz için önleyici stratejiler oluşturmak adına vermek istedim.

Aşı olmanın dışında gerçek olarak hayatınızı doğru yaşarsanız yani uygun şekilde dinlenirseniz, günde ortalama 7 saat uyursanız, özellikle hijyenik olmayan alanlarda ve toplu yaşam alanlarında sık sık ellerinizi yıkarsanız, ellerinizler göz burun ağız gibi mikropların rahat girebilecekleri alanlara dokunmazsanız, hasta insanlarla yakın temastan kaçınırsanız, ve sağlıklı beslenirseniz gripten pek ala korunabilirsiniz. Yine de bulaştı mı? Bunları yaptığınız için bağışıklığınız sizi yarı yolda bırakmayacaktır emin olabilirsiniz.

 

Konuyla ilgili farklı bir yazıya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Okumaya Devam Et

Beslenme

Gluten Yiyelim mi? Yemeyelim mi?

Tarih:

on

Doç. Dr. Halit Yerebakan son zamanlarda hakkında çok şey duyduğumuz gluten hakkında önemli bilgiler veriyor…

Okumaya Devam Et

Bilinçli hasta

Bu Eksikliklere Dikkat!

Tarih:

on

Bu Eksikliklere Dikkat!

Bu eksikliklere dikkat; yorgunluk hemen hemen hepimizi mutsuz eden, hayat kalitemizi negatif etkileyen yaygın bir sorun. Psikolojik nedenli olabileceği gibi fiziksel kaynaklı yorgunluklar da var. Özellikle, uzun süreler dinlendiğiniz halde yorgunluğunuz geçmiyorsa nedenini mutlaka araştırın…
Günümüzde kişiler arasında artan en önemli sorunlardan birisi de yorgunluk… Özellikle mevsim geçişlerinde herkes biranda kendini yorgun, bitkin hissediyor. Yoğun fiziksel aktiviteler sonrası yorgunluk belirtilerinin ortaya çıkması normal ancak böyle bir durum yaşamadığınız halde yorgunluğunuz geçmiyorsa nedeni aşağıdaki eksiklikler olabilir!

B12 Eksikliği

Tiroid bezi metabolizmanızı kontrol eden hormonlar üretir ve tiroid bezinin az çalışması ya da hiç çalışmaması vücudun tamamını olumsuz yönde etkiler. Tiroid yetmezliğinde özellikle demir ve B12 vitamini eksikliği görülür. Bu durum da hareketlerde yavaşlamaya, yorgunluk ve halsizliğe neden oluyor.
Demir Eksikliği
Demir eksikliğinin en çok görülen belirtileri arasında kişinin kendisini sürekli olarak güçsüz ve yorgun hissetmesi yer almaktadır. Bu durumun nedeni, vücutta yeterli hemoglobinin bulunmamasıdır. Çünkü hemoglobin, kandaki oksijenin dokulara ve kaslara taşınmasına yardımcı olur. Hemoglobin yetersizliği ise enerji seviyesinin düşmesine neden olmaktadır.

Magnezyum Eksikliği

Magnezyum hücrelerinizin içindeki diğer enzimler ile takım halinde enerji üretmek için çalışarak sizin uyanık ve daha dinç hissetmenize yardımcı olmaktadır. Eksiklikler ve yetersiz alımlar genellikle fark edilmemektedir. Bu durum, aşırı yorgunluktan şikayet eden kişilerin aslında hücrelerindeki magnezyum yoğunluğunun yeterli miktarda olmamasından kaynaklı olabilir.

D Vitamini Eksikliği

Son yıllarda popüler olan D vitamini eksikliği halsizlik ve yorgunluk duygusunun sorumlularındandır. D vitamini eksikliğinde görülen yorgunluk hissi özellikle kas yorgunluğu şeklinde ortaya çıkar. Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, 60 yaşındaki yetişkinlere D vitamini takviyesi yapıldığında kas yorgunluğunda %20 oranında düşüş olduğu görülmüştür.

Anemi, Yorgunluk Nedeni

Kana kırmızı rengini veren ve oksijeni dokulara taşıyan alyuvarlarda bulunan hemoglobin isimli protein sağlıklı bir kişide bulunması gereken miktarın altına düştüğünde anemi (kansızlık) oluşur. Semptomlarından en belirgin olanı kendinizi yorgun hissetmenizdir. Uyku güçlüğü, hızlı kalp atışı, baş ve göğüs ağrıları, konsantrasyon eksikliği ve güçsüzlük görülen diğer semptomlarıdır.

Fazla Kafein Tüketimi Yorgunluğa Neden Olabilir…

Kahve ve çayın ne kadar sağlıklı içecekler olduğuna dair görüşümü her fırsatta belirtiyorum. Ancak aşırı kafein tüketimi yorgunluğa sebep olur. Sinirlilik, uykusuzluk, kalp atım hızının artması da cabası…

Karbonhidrat Tüketimi Enerjinizi Düşürmesin

Karbonhidratların hızlı enerji kaynağı olduğu bir gerçek. Yalnız araştırmalar öğünlerinizde işlenmiş karbonhidratı azaltarak, enerji seviyelerini yükseltebileceğinizi söylüyor. Peki bu durumun sebebi nedir? İşlenmiş karbonhidrat tüketimi kan şekerinde hızlı bir yükselmeye neden olduğundan olur. Bu yükselme de yorgunluğu beraberinde getirir. Karbonhidrat yerine lifli gıdaları tüketerek yorgunluğunuzun önüne geçebilirsiniz.

 

Konuyla ilgili farklı bir yazıya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Okumaya Devam Et

Öne Çıkanlar

kombi servisi | kombi servisi | web tasarım | seo uzmanı